18 Ekim 2009 Pazar




Cahide Eren (Bıçakçı)

İSTASYONLARDA GEÇEN ÖMÜR

Cahide Eren 1917 yılında Burhaniye’de doğar. 1925 yılında ilkokul eğitimini tamamlayamadan ayrılır. 1936 yılında TCDD memur olan Asım Bey ile evlenir. Altı çocuk annesi Cahide Hanım, 1963- 1986 yılları arasında evde örgü örerek ailenin geçimine katkıda bulunur.

Cahide Eren’le eşinin emekli olmadan önce gar şefi olarak çalıştığı Kızıltoprak İstasyonu’nun karşısındaki evinde görüştük. İstasyona bakan pencerenin önündeki koltuğunda, 1917’den bugüne seksen beş yıllık yaşamöyküsünü paylaştı bizlerle. İki gün süren görüşmemiz boyunca bu manzaraya fondaki tren sesi eşlik etti. İlk gün boyunca çocukluğunun ve ilk gençliğinin geçtiği Burhaniye’yi, oradaki yaşamını, ailesini, yetiştiği ortamı anlatan Cahide hanımla, ikinci gün evliliğini, eşinin mesleği nedeniyle dolaştıkları yöreleri, istasyonları, çocuklarını konuştuk:

"Biz Burhaniye’nin en yerli insanlarındanız. Babamın dedesi de orada doğmuş, o evde. Babam da o evde... Evimiz biraz içerlikti, yani sokak kapısından girersin, bahçeden arkadaydı ev. Eskiden ninni söylerlerdi çocuklara, babamın dedesi ‘sokaktan mı duyulsun’ demiş, içerlik yaptırmış evi."

Cahide hanımın evlenmeden önceki soyadı Bıçakçı. Aile bu soyadını dede mesleğinden alıyor. Cahide hanımın dedesi Ahmet Usta, Burhaniye’nin eski bıçakçılarından. Babaannesi Habibe Molla, hafız. Burhaniye’nin hatırı sayılan, sevilen insanlarından. Anne tarafı rençper...

"...Annemin babası, Kara İsmail. Tarlaları vardı, onu ekerlerdi, inekleri vardı, sütünü sağarlardı. ...Biz yukarı mahallede, anne tarafım da aşağı mahallede oturuyordu."

Baba Şükrü bey, Darülfünunu okuduktan sonra, bir süre baba mesleği bıçakçılığı sürdürüyor. Daha sonra tahsil müfettiş şefi olarak çalışmaya başlıyor. Anne Ayşe Dudu ile evlendikten sonra yedi yıl harbe gidiyor. Ayşe hanım, eşi askerdeyken 1912’de ilk kızını dünyaya getiriyor. Eşi askerliğinin beşinci yılında izinli geldiğinde ikinci kızına hamile kalıyor ve 1917’de Cahide hanım dünyaya geliyor. Şükrü bey, Cahide hanımın ifadesiyle her iki kızının da adını Çanakkale Harbi'nden gönderiyor.

"Babam İkinci Kez Evlendi"

Cahide hanım, altı yaşında annesini veremden kaybediyor. Babası altı ay sonra ikinci eşi Ayşe hanımla evleniyor. Bu evlilik, eşini evlendikten bir yıl sonra kaybetmiş olan Ayşe hanımın da ikinci evliliği. Bu evlilikten, Kadriye ve Mualla dünyaya geliyor. Cahide hanımın daha sonraki yaşamında ve çocuklarıyla kurduğu ilişkide babanın ikinci eşiyle geçen yıllar derin iz bırakıyor...
"Evde üvey anne huysuzdu, baba çok sessiz bir insandı, her şeye sabreden biriydi. ...Annem gezmeyi çok severdi, ablam da evlenip gittikten sonra, ben işte yemek yapardım, evi süpürürdüm, bulaşık yıkardım, dantel örerdim, kanaviçe işlerdim. Böyle geçerdi hayatımız. Kardeşlerim okuldan geldi mi onları yedirirdim, giydirirdim. Pek çocukluğumu yaşamadım."

1923’te İlkokula Gidiyor, Ancak Tamamlayamıyor

"Öğretmen beni birinci sınıftan üçe geçiriverdi. Dördü de okudum. Sonra kardeşim dünyaya gelince annem beni okula göndermedi. O zaman tabii eski Türkçe’ydi, sonra onu da unuttum. Evlendik, yeni yazıyı bilmiyordum. Amca (eşi Asım bey), bana harfleri yazdı. O harflerle okumayı, yazmayı öğrendim..." On dokuz yaşına geldiğinde Edremitli Asım beyle evleniyor Cahide hanım. Asım bey, Devlet Demir Yolları’nda memur, İzmir’de görevli... Düğünü, eşinin İzmir’de olması ve izin alamaması nedeniyle biraz aceleye geliyor.

İzmir Fuarı Belimizi Bükerdi

Cahide hanım evlendikten sonra İzmir’e gidiyor. Basmane’de kirada oturuyorlar. O yıllarda İzmir’de tek maaşla oldukça zorlanıyorlar...

"Eşim küçük bir memurdu, azıcık maaş alırdı. Tabii ben oraya gidince hürriyetime kavuştum. Ne kadar Amca (eşi, Asım bey) huysuz, kıskanç olsa da kendi evim deyip mutlu oluyordum. Paramız yoktu sinemaya, tiyatroya... O zaman Elhamra Sineması kırk kuruştu, Melek Sineması otuz kuruştu... O sinemalara bile böyle ayda bir defa gidebilirdik. Her şeyi borç alırdık, aylığı aldık mı kasap borç, bakkal borç, fırın borç. Ondan sonra işte iki buçuk lira para kalırdı. O zaman kordona giderdik, kenarları kirtikli bir kuruşlar vardı, bir kuruşluk çekirdek alırdık..."

"Batasıca Fuar"

İzmir’de ekonomik anlamda bellerini en çok büken şey, İzmir Fuarı olmuş Cahide hanımla Asım beyin..." ...Fuar var ya, o batasıca fuar... Hep söylerim, o fuar olmasaydı bizim yaşantımız daha başka olacaktı... Tam para biriktiririz, acık böyle kırk lira filan para artırırız, bir fuar olur. On altı, on yedi kişi misafir gelir. Annesi kızlarını alır, hısmını, akrabasını alır, benim annem kız kardeşlerimi alır, işte on yedi kişi filan olurduk. Bir kilo ekmek on kuruştu, hammal on tane ekmek getirirdi... Eğer ki biz hemen ara istasyonlara gitseydik, Amca da gayretliydi ben de tutumluydum, halimiz vaktimiz çok şey olurdu... "

İzmir’de, Aydın’da ve sonra tekrar İzmir Çiğli’de geçen dönem aynı zamanda II. Dünya Savaşı yılları...

"Biz böyle akşam oldu mu konu komşu, giyeceklerimizi koyardık torbalara, kapının arkalarına koyardık. Yani gece kaçma şeysi olsun diye... Çiğli’deyken ekmek karne oldu. Ondan sonra işte bize, memurlara yardım yapmaya başladılar. Pirinç, peksimet, şeker veriyorlardı. Amerikan yardımı yağlar, bir de krem peynirleri veriyorlardı. Şimdi onları almaya gittik mi halk bağırıyordu, ‘İnşallah ölü helvalarınız olur’ diye... Tabii halka vermiyorlar, memurlara veriyorlar..."

"Atatürk’ümüz Öldü"

Sözlü tarih görüşmelerinde geçmiş anımsanırken es geçilmeyen, mutlaka dillendirilen anılar oluyor... Bunların başında Atatürk’le ilgili olanlar geliyor. Cahide hanım da sekiz, dokuz yaşında Atatürk’ün Burhaniye’den geçişini ve öldüğü günü anlattı...

"Hanım Teyze vardı. ‘Cahide’m, Cahide’m Atatürk’ümüz ölmüş’ dedi bana. Ay biz nasıl ağlamaya başladık... Amca istasyona gitti, o zaman Zafer Gazetesi, Ülkü Gazetesi, Yeni Asır Gazetesi vardı, böyle dört, beş gazeteyi gönderdi bana. Sabahleyin Amca giderken ‘Cahide, bugün patatesli, etli bir kapama yap’ dedi. Ben de güvecin içine onları koydum, ağzını da böyle hamurla sıvadım, maltızın üstüne koydum. Ama maltızın üstüne de teneke koyacaktım, güveci yakmasın diye. O gazeteler gelince, maltızın üstüne güveci öylece koyuvermişim. Aldım böyle, hem okuyorum hem ağlıyorum, hem okuyorum derken güveç bir patladı. İkiye bölündü, ne eti kaldı, ne patatesi kaldı. Yani Atatürk’ün ölümü böyleydi... Ondan sonra artık on, on beş gün Hilal’e hoparlörler koydular, Atatürk’ün bütün hayatını anlattı. Sonra işte Melek Sineması vardı Basmane’de, oraya Atatürk’ün Dolmabahçe’den Ankara’ya gidişini seyretmeye gittik. Gözlerimiz kan çanağı gibi olmuştu..."

Evlendikten yaklaşık bir yıl sonra ilk çocuğu Oğuz’u doğuruyor Cahide hanım. İlk doğum Burhaniye’de baba evinde ebe yardımı ile gerçekleşiyor. Sonraki beş çocuğunu farklı istasyonlarda yine ebelerle doğuruyor Cahide hanım... İzmir’den sonra 1943’te Söke Moralı’ya, 1945’te Ödemiş Derebastı’ya ve 1947’de Akçay’a tayin oluyor Asım bey...

Hayat Daha Sakin Ve Masrafsız Geçiyor Ara İstasyonlarda...

"Ara istasyonlarda makasçı, hareket memuru, istasyon şefi ile görüşürdük. Pozantı teşkilat istasyonuydu, orada çok ahbap vardı. Bahçelerimiz vardı, ameleler ekerdi. Tavuk yaptık, hindi yaptık, koyun aldık, keçi aldık, sütünü sağdık... Allah’a çok şükür hiç sıkıntı çekmeden geçindik gittik. Hep onlarla uğraşırdık. İşte çocuklarla akşam olurdu. Hiç böyle aman, of yapmadık. Öyle geçerdi günlerimiz..."

1962’de Asım beyin İstanbul’a tayini gündeme geliyor. Karar vermeden önce ailesine danışıyor... "Geldi bize, ‘İstanbul’u istiyor musunuz?’ dedi. Çocuklar istiyoruz dediler. ‘Bakın orda zeytin, ekmek, peynir yemeye razı mısınız, maaşımız yetmeyecek’ dedi. Razıyız dediler. Ondan sonra müracaat etti, tayinimiz çıktı. ‘62’nin 14 Eylül’ünde biz buraya indik. Bizi şurada bir lojman var, oraya verdiler..."

İstanbul’a geldikten sonra çocuklar eğitimlerine devam ederken, Cahide hanım da evde çalışıp para kazanmaya başlıyor... "Burhaniye’de bir zeytinliğim vardı; On üç ağaç. Onu sattım, örgü makinası aldım. ‘63’ten ‘86’ya kadar örgü ördüm. Çocuklarıma faydam oldu..." ‘69’da Asım bey, yaş haddinden emekli oluyor. Ancak çalışmaya devam ediyor...

"Evde kese kağıdı yapmaya başladı. Çalışmasını çok seven bir insandı. Ben de yardımcı oluyordum. Bir adamcağız vardı, gelir kese kağıtlarını alır götürürdü. Sonra bir-iki sene de piyango bileti sattı. Sonra işte memleketten zeytinyağı, siyah zeytin getiriyorduk, müşterilerimiz vardı."

Eşini 1993’te kaybeden Cahide hanım, Kızıltoprak’taki evde yalnız yaşıyor. Kendi evine yakın oturan çocuklarıyla sık sık görüşebiliyor olmaktan dolayı çok mutlu...

"93’ün 3 Mayıs’ında Asım beyi kaybettik. Ondan sonra çocuklarım etrafımda toplandılar. Çocuklarım beni çok sever, ben onları çok severim. Biraz da üvey anneyle büyüdüm ya ben... Onlar geldi mi, onlara bir şey yedirdim mi, kahve yaptım mı çok mutlu olurum..."

“Halk Partiliyiz Diye Sürüldük”

“Akçay’da dört sene kaldık. Halk Partiliydik. Halk Partili diye bizi aldılar, Akçakale’ye sürdüler. Balıkesir’den trene bindik, tam on günde gittik. O zaman böyle kestirmeden gitmezdi. İslahiye, Çobanbey, Halep’e uğrar öyle giderdi. Bazı istasyonlarda vagonumuzu kesiyorlardı. Vagon o akşam orada kalıyor, ertesi gün tekrar başka trene veriyorlardı. Bir koca vagona eşyaları yığardık. Somyaları koyar, kışsa kuzineyi kurar, penceresinden çıkarırdık. Öyle öyle giderdik. Çayı, yemeği hep onun içinde yapardık. İstasyona geldi miydi, Amca alışveriş yapar, etini sebzesini alırdı…”

Savaş Yıları

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Cahide hanımın annesi de Burhaniye’den pirinç, makarna gibi erzaklar gönderiyor… “Bir gün geldim eve, Amca dedi ki ‘Cahide ben bir teneke pirinç sattım. Seni fuarda Çamlık Gazinosu’na Zeki Müren gelecekmiş, oraya götüreceğim.’ Ben böyle pirinci sattım deyince entarimi yırtıverdim, sen pirinci nasıl satarsın diye. Ondan sonra neyse gittik, ona da gittik.”

Görüşmeyi Gerçekleştiren: Funda Çelebi Çetintaş Görüntü Kaydı: Fatih Aydoğdu

Deşifre, Redaksiyon: Sevim Erdem, Tacettin Ertuğrul Yayına Hazırlayan: Tuba Çameli